15 Ağustos 2024 Perşembe

Gazneliler

 Gazneliler: İslam Dünyasının Asya'daki Güçlü Kalesi

Gazne'de 962-1187 (H.351-583) yılları arasında hüküm süren Türk-İslam devleti, Sâmânî Devleti’nin (819-1005) en parlak dönemlerinde çok sayıda Türk, gruplar hâlinde Mâverâünnehir yoluyla İslam dünyasına getiriliyordu. 912 yılından itibaren Sâmânî Devleti’nin vali ve komutan kadrolarında Türk isimleri de görülmeye başlandı. İşte bu Türk komutanlardan biri de Gazne Devleti’ni kuracak olan Alptegin’dir. Alptegin, 961 yılında vezir Ebû Ali Muhammed Belâmî ile birleşerek Sâmânî Şehzadesi Nasr'ı tahta çıkarmak istedi, fakat bu arzusunu gerçekleştiremedi. Bunun üzerine kendisine bağlı birliklerle Afganistan'daki Gazne'ye çekildi ve burada bulunan Levik Hanedanı’nı bölgeden uzaklaştırarak şehre hâkim oldu. Böylece Gazne Devleti'nin temellerini attı (962). Alptegin'in 963'te ölümü üzerine yerine geçen oğlu Ebû İshak İbrahim, dört yıla yakın süren saltanatında Sâmânîlerle dost geçinme yolunu tercih etti. Ölümünden sonra, 966’da yerine Bilge Tegin geçti. Bilge Tegin, Buhara’da Sâmânî komutanlarından Faik'in üzerine gönderdiği bir orduyu bozguna uğrattı. Bu mağlubiyetten sonra, Buhara’dan Gazne’ye bir daha ordu gönderilmedi.

Bilge Tegin, 975 yılında Hindistan üzerine yaptığı seferde Gerdiz Kalesi'ni kuşatırken şehit düştü. Gazne'de ilk sikke, onun zamanında kesildi. Yerine geçen Piri Tegin, devleti yönetme konusunda yetersiz olduğundan, beş yıllık saltanatın ardından tahtı Sebük Tegin'e bıraktı. Devletin asıl kurucusu olan Sebük Tegin, Isık Göl civarında Barsgan'da doğmuş, 960 yılı civarında Müslüman olmuş, köle olarak satıldığı Alptegin tarafından terbiye edilip, manevi evlat edinilmiş ve önemli mevkilere getirilmişti. Hükümdar olunca, "Nâsırüddin Sebük Tegin Kara Beçkem" adını aldı. İyi bir idareci ve komutan olan Sebük Tegin, Toharistan ve Zabülistan'la Zemindaver eyaletini, Gor bölgesini ve Belucistan'ın bazı yerlerini ülkesine kattı. 979 yılında, Hindistan'ın kuzeybatısında yer alan yerli hükümdarların en güçlülerinden biri olan Caypal'ı yenerek, Hindistan'daki hâkimiyetin ilk adımını atmış oldu. Kabil Nehri boyunca Peşâver'e kadar ilerleyerek bu bölgelerde İslamiyetin yayılmasını sağladı. Sebük Tegin'in 997'de ölümünden sonra yerine oğlu İsmail geçti. Ancak kısa bir süre sonra tahtı ağabeyi Mahmûd'a bırakmak zorunda kaldı.

Mart 997'de tahta çıkan Sultan Mahmûd, Gazneli Devleti'nin gerçek kurucusu, Hindistan'a İslam dinini yayan ve burada yüzyıllarca sürecek olan Türk hâkimiyetinin temellerini atan, tarihin büyük cihangirlerinden ve hükümdarlarından biridir. Sâmânoğullarının yıkılışına rastlayan bir dönemde tahta çıkan Sultan Mahmûd, ilk olarak Horasan'da hâkimiyetini tesis etti. Zaman zaman Karahanlılarla rakip duruma düşmekle birlikte, güneydeki (Hindistan) ve batıdaki (İran) fetihleri için uygun bir zemin ve elverişli şartlar buldu. Şiîlere karşı halifeyi şiddetle savundu ve Sünni mezheplerin koruyucusu oldu.

Sultan Mahmûd, İran, Irak ve Harezm'i ülkesine kattıktan sonra Hindistan üzerine on yedi sefer düzenledi. 1000 yılında Peşâver şehrini aldı. Ertesi yıl, Hindistan ordusunu yenip Hindistan'ın en zengin eyaletlerinden biri olan Pencab'ı ele geçirerek, Hindistan'ın kuzeyine tamamen hâkim oldu. Çok büyük ganimetlerle Gazne'ye dönüp "Gâzi” unvanını aldı. Beşinci seferinde Ganj Vadisi'ni ele geçirdi.

Sekizinci seferinde ise 150.000 kişilik Hindu ordusunu imha etti. En meşhur seferi olan on birinci seferinde ise Gucerat'a girdi ve büyük ganimetlerle geri döndü. Sultan Mahmûd, 1030 yılında öldüğü zaman Gazneli Devleti, batıda Azerbaycan sınırlarından, doğuda Hindistan'ın Yukarı Ganj Vadisi'ne, Orta Asya'da Harezm'den Hint Okyanusu sahillerine kadar uzanan çok geniş bir sahaya yayılmıştı.

Sultan Mahmûd'dan sonra yerine oğlu Muhammed geçti, ancak bu sırada Isfahan ve Rey valisi olan kardeşi Mes'ûd tarafından tahttan indirildi. Ekim 1030'da tahta çıkan Sultan Mes'ûd, iyi bir asker olmasına rağmen, babasının komşularla iyi geçinme siyasetini devam ettiremedi. Özellikle Selçuklularla olan anlaşmazlıklar, uzun ve kanlı savaşların çıkmasına sebep oldu. Selçuklular, Horasan'ın bir kısmını ele geçirirken, Dandanakan Meydan Muharebesinde (1040) Sultan Mes'ûd büyük bir yenilgiye uğradı. İran, Harezm ve Mâverâünnehr'e Selçukluların hâkim olması, Gaznelileri Afganistan ve Hindistan topraklarında sınırlı bir yaşamaya mahkûm etti.

Bu mağlubiyetten sonra Gazne'ye dönerek ailesini ve hazinelerini toplayan Sultan Mes'ûd, Lahor'a gitmek üzere yola çıktı. Ancak yolda muhalifleri tarafından yakalanıp hapsedildi ve Girî Hapishanesi'nde yeğeni tarafından 1041'de öldürüldü. Yerine daha önce tahttan indirilip kör edilen kardeşi Muhammed çıkarıldı. Babasının öldürüldüğünü duyan Mevdûd, Belh'ten Gazne'ye yürüyerek Muhammed'i tahttan indirip hükümdar oldu. Mevdûd'un saltanatı (1041-1049) dış mücadelelerle geçti. Zamanında, Selçuklular önce Toharistan'ı, ardından Zemindaver'i ele geçirdiler. Diğer taraftan Delhi Racası da bazı kaleleri ele geçirmeyi başardı. Bunun yanı sıra, Gazneli hâkimiyetinden kurtulmak isteyen Gurlular da harekete geçti.

Mevdûd'un 1049'da ölümü ile Gazneli Devleti karışıklık içine girdi. Tahta İkinci Mes'ûd çıktı, ancak oğlu karşı çıktı. İkinci Mes'ûd'un tahttan indirilmesi üzerine Bahâüddevle Ali tahta çıktı. Fakat onun saltanatı da çok kısa sürdü.

İki yıl geçmeden, Mahmûd'un oğlu Abdürreşîd tahta çıktı. Ancak tahtta gözü olan komutanlardan Tuğrul Bey, onu öldürüp tahtı ele geçirdi. 1040'tan beri artan Selçuklu baskısı, Tuğrul Bey döneminde durduruldu. Ülkede eski asayiş yeniden sağlandı. 1059'da ölümüyle yerine geçen kardeşi İbrâhim, ilk iş olarak Selçuklularla barış yaptı. Oğlu Mes'ûd'u, Selçuklu Sultanı Melikşah'ın kızıyla evlendirip dostluk tesis etti. Kuzey ve batıda bazı toprakların kaybedilmesine karşılık, Hindistan'da bazı kaleler ele geçirildi ve devletin sınırları Ganj Nehrine kadar uzandı.

Sultan İbrâhim'in 1099'da ölümünden sonra yerine geçen oğlu Üçüncü Mes'ûd, babasının Hindistan fetihleri ve Selçuklularla dostluk politikasını iyi yürüttü. Ancak 1115'te ölümüyle devlet yeniden asayişsizliğe düştü. Kardeşler arasında taht rekabeti başladı. Tahta çıkan Şîrzâd, kardeşi Arslan tarafından öldürtüldü. Arslan, diğer kardeşi Behram Şah üzerine yürüyünce Behram Şah, Selçuklu Sultanı Sancar'a sığındı. Bu durum, yarım asırdır devam eden Selçuklu dostluğunu bozdu. Sultan Sancar, Gazne üzerine iki sefer düzenleyerek Arslan'ı yakalayıp öldürttü. Böylece Behram Şah 1117'de Gazne tahtını ele geçirdi. Ancak bu tarihten itibaren Gazneliler, Büyük Selçuklu Devletine bağlı bir duruma geldiler. Bu dönemin en önemli olayı, Gurluların harekete geçmesidir. 1128'de Gur Melikü'l-Mülk'ü Kutbeddin'in Behram Şah tarafından öldürülmesi, Gurluların ayaklanmasına neden oldu. Melik'in kardeşi Suri'nin Gazne'ye girmesiyle büyüyen isyan kısa sürdü. Fakat bir müddet sonra Alâeddin Hüseyin, önce Gazne'yi, ardından Bust'u tahrip edip Gaznelilerin kuzeydeki hâkimiyetine son verdi. Oğuzların 1152'de Gazne üzerine yürümeleri üzerine Behram Şah, burayı terk ederek Lahor'a çekildi.

Behram Şah'ın 1160'ta ölümünden sonra yerine oğlu Hüsrev Melik geçti. Bu sırada Gazne'de ikamet eden Gurlu emir Muizzeddîn, 1173'ten itibaren Hindistan seferlerine başladı. Gur akınları karşısında yerli Khokharlarla anlaşmaya çalışan Hüsrev Melik, onların ihanetiyle karşılaşınca Muizzeddîn'le anlaşma çareleri aradı. Ancak bir sonuç elde edemedi ve 1187'de esir düştü. Böylece Gazneli Devleti, Gurlu İmparatorluğu'na ilhak edilerek tarih sahnesinden çekildi. Son Gazneli Sultanı Hüsrev Melik ile oğlu Behram Şah, önce Gazne'ye, oradan Firuzkuh'a ve nihayet Belervan Kalesi'ne götürülerek hapsedildiler ve birkaç yıl sonra 1191'de öldürüldüler.

Büyük Türk Hakanlığı, yani Karahanlılardan sonraki Müslüman Türk Devleti Gazneli Devleti'dir. Sünni-Hanefi mezhebinde olan Gazneliler, sarayda Türkçe, edebiyatta Farsça, fakat resmî yazışmada Arapçayı resmî dil olarak kullanmışlardır.


Devlet Teşkilatı

Gazneli Devleti'nde emir veya sultan, devletin tam hâkimidir. Devlet dairelerine "divan" denilmektedir. Bu divanların en önemlileri, Divân-ı Vezâret, Divân-ı Arz, Divân-ı Risâlet veya İnşâ ve Divân-ı İşraf'tır. Divân-ı Vezâret, maliye ve genel yönetim işlerine bakardı. Başkanı vezirdi. Divân-ı Arz, bugünkü Savunma Bakanlığının karşılığı olup başındakine Arız veya Sahib-i Divân-ı Arz denilirdi. Askerin ihtiyaçlarını ve ordunun savaşa hazır durumda olmasını sağlamak, askerin sayısını bilmek ve gerektiği zaman sultana bildirmek, sultanın gezilerinde ihtiyaçlarını gidermek gibi görevleri vardı. Bu devlette ordu dört kısımdan oluşurdu. Bunlardan süvariler, ilk kısmı oluşturur ve ordunun en kalabalık bölümünü teşkil ederdi. Çoğunun iki atı vardı. İkinci bölümü yayalar oluşturur ve sayıları az olup, başlıca görevleri şehirleri korumaktı. Ordunun üçüncü kısmı sultanın özel birliğiydi. Buradaki askerler, Türkistan'daki oymak savaşlarında hâkimiyet altına alınan yerlerdeki Türk çocuklarıydı. Ordunun son bölümünü filler oluştururdu. Bunlar doğrudan doğruya sultan tarafından denetlenirdi. Filcilerin çoğu Hindliydi. Bunların muharebelerdeki görevi, düşman saflarını bozmak ve yarmak, düşman atlarını kendilerine ve kokularına alışmamışsa onları ürkütüp bozgun çıkarmak, okçulara yüksek atış yeri sağlamaktı. Divân-ı Risâlet veya İnşâ, devletin genel haberleşme dairesiydi.

II. Mesut minaresi XI. yüzyıl

Kültür

Gazneliler devri, siyasi kudretin yanı sıra kültürel açıdan da parlak geçmiştir. Bir fıkıh âlimi olan Sultan Mahmûd ve oğlu Mes'ûd, İslam terbiyesi ve kültürü ile yetişmişlerdi. Her iki sultan, saraylarında dönemin en büyük âlimlerini toplamaya çalışmışlardır. Şairlere hürmet ve sevgi göstermişlerdir; her yıl yaklaşık dört yüz bin dinâr harcamışlardır. Bu şairler arasında Türk asıllı Ferrûhî ve Menuçehrî Damğânî, Escedî Gaza'ir-i Râzî ve ünlü Şehnâme yazarı Firdevsî sayılabilir. Bunların başında Melik-uş-Şu’arâ Unsûrî bulunmaktaydı. Sultan İbrâhim ve halefleri döneminde Gazne sarayında bulunan şair ve edipler, İran edebiyatının gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. Bu dönemdeki şairler arasında; Ebü'l-Ferec Rûmî, Senaî, Osman Muhtarı ve Seyyid Hasan Gaznevi yer almaktadır.

Tarih yazıcılığı da Gazneliler döneminde parlak geçmiştir. Sebük Tegin ve Mahmûd devrini yazan Ebû Nasr Utbî, Zeyn-ül-Ahbar isimli eserini Sultan Abdürreşîd'e sunan Gerdizi, ve Mes'ûd devrini nakleden Ebü'l-Fazl Beyheki, Gazneliler devrinin meşhur tarihçilerindendir.

Sultan Mahmûd, 1017 yılında Harezm'i ele geçirince, dönemin en büyük fen âlimi Birûnî'yi Gazne'ye getirdi. Birûnî, sultanın birçok seferine katılarak Hindistan hakkında Tahkîk-i mâ li-l-Hind isimli eserini yazdı. Bu eser, Hindûların inanç ve adetlerini tarafsız olarak araştıran ilk İslâmi eserdir. Eserde, Hind dini ve Hindistan coğrafyası hakkında geniş bilgi bulunmaktadır.

Mimari

Gazne sultanları, edebiyat alanında olduğu kadar mimari faaliyetleriyle de dikkat çekmişlerdir. Sultan Mahmûd ve Mes'ûd, büyük inşaat projelerine imza atmışlardır. Ancak bu eserlerden günümüze çok azı ulaşabilmiştir. Sultan Mahmûd, halkın yararlanması için çarşılar, köprüler ve suyolları kemerleri yaptırmıştır. Bunlardan Gazne'nin kuzeyindeki Bend-i Mahmûd günümüze kadar varlığını sürdürmüş ve kullanılmaktadır. Sultan Mahmûd ayrıca Gazne'de birçok cami ve mescid inşa ettirmiştir. Gazne Camiinin yanına geniş bir medrese yaptırmış, burası hem medrese hem de kütüphane olarak hizmet vermiştir. Medrese birçok odadan oluşmuş ve Gazne âlimlerinin okuması ve okutması için tavandan tabana kadar kitaplarla dolu olmuştur. Sultan, medresede ders veren hoca ve okuyan talebeler için medresenin vakfından düzenli maaş tahsis ederek onların geçimini sağlamıştır.

Dokuz yüzyıl geçmesine rağmen cilası ve parlaklığı bozulmayan Gazne Camiinin iki minaresi hâlâ ayaktadır. Minarelerin dış kısmı cilalı sarı tuğladan yapılmış olup, yükseklikleri 45 metre, aralarındaki uzaklık ise 360 metredir. Üzerlerinde kûfi yazılar bulunmaktadır. Gazneliler, kuzey Hindistan fetihlerini tamamladıktan sonra, İslam dinine Pencab'da güçlü bir dayanak noktası kazandırmışlardır. Bu sayede sonraki Hindistan fetihlerine sağlam bir zemin hazırlayarak Türk ve İslam tarihinde önemli bir rol oynamışlardır.


 

 

14 Ağustos 2024 Çarşamba

Karahanlılar

 Karahanlılar: Orta Asya'nın İlk Müslüman Türk Devleti 

Karahanlılar, 840-1212 yılları arasında Türkistan ve Mâverâünnehir'de hâkimiyet kuran ilk Müslüman Türk devletidir. Karluk, Çiğil, Yağma ve diğer Türk boylarından oluşan Karahanlılar Devleti, devrin İslam kaynaklarında El-Hakâniye, El-Hâniye, Âl-i Afrasiyab; başka eserlerde ise Alp-ilig Hanlar, Arslan-Buğra Hanlar unvanlarıyla anılır. "Karahanlılar" tabiri, Batılı şarkiyatçılar tarafından bu sülalenin "Kara" unvanını sıkça kullanmaları nedeniyle verilmiştir. "Kara" Türkçede, kuzey yönünü işaret etmesinin yanı sıra büyüklük ve yücelik anlamına da gelir.

Karahanlılar Devleti, 840 yılında Uygur Devleti'nin Kırgızlar tarafından yıkılmasıyla Orta Asya bozkırlarında Bilge Kül Kadır Han tarafından kuruldu. Kadır Han, Mâverâünnehir'i ele geçirmek isteyen Sâmânîler Devleti ile mücadele etti. Karahanlıların başlangıç dönemi ilmî açıdan pek açık değildir. Kadır Han'dan sonra, iki oğlundan Bazır Arslan Han, Balasagun'da Büyük Kağan olarak, kardeşi Oğulçak Kadır Han ise Ortak Kağan olarak Taraz'da devleti yönetti. Oğulçak Kadır Han, Sâmânî Hükümdarı İsmail bin Ahmed ile sürekli mücadele etti. Sâmânîler, 893 yılında Taraz'ı ele geçirince, Oğulçak Kaşgar'ı merkez yaparak Sâmânî hâkimiyetindeki bölgelere akınlar düzenlemeye başladı. Bu akınlar sırasında, Oğulçak Kadır Han'ın yeğeni Satuk, Karahanlılara sığınan Ebû Nâsır adlı Sâmânî şehzadesi veya Müslüman din adamları ile tanışarak İslam dinini kabul etti. Satuk, amcası Oğulçak'a karşı Müslümanlardan da yardım alarak taht mücadelesine girişti. Onuncu yüzyılın başlarında taht mücadelesini kazanan Satuk Buğra Han, Karahanlı hükümdarı olarak İslamiyeti kabul ettiğini ilan etti.

Nuh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in torunları olan Türkler, hükümdarlarının Müslüman olmasından sonra, fıtratlarındaki temizlik ile seve seve ve büyük topluluklar halinde en son ve en mütekâmil din olan İslamiyeti topluca kabul ettiler. Sekizinci asırda Müslümanlarla tanışıp, içlerinden kısmen bu dini kabul edenlerin bulunduğu Türklerin, 10. asırda topluca İslamiyeti kabulü, tarihî açıdan birçok olaya yön vermesi bakımından oldukça önemlidir.

Müslüman olunca Abdülkerîm adını alan Satuk Buğra Han, doğudaki amcasına karşı mücadelesinde Müslüman gönüllülerden de faydalandı. Abdülkerîm Satuk Buğra Han, 995 yılında vefat edince Artuç'a defnedildi. Yerine oğlu Musâ hükümdar oldu. Onun kısa süren saltanatından sonra hükümdar olan kardeşi Baytaş Arslan Han, doğu kağanı Arslan Hanı mağlup ederek sülalenin bu kolunu ortadan kaldırdı ve bütün Karahanlıları birleştirdi. Büyük evliya Ebü'l-Hasan Muhammed'in yardımı ile ülkenin doğusundakiler de Müslüman oldular. Baytaş Arslan Han, Karahanlı ülkesinde İslamiyetin yayılmasını tamamlayınca, komşu Türk boylarını hak dine daveti kendine amaç edindi.

Baytaş'tan sonra oğlu Ebü'l-Hasan Ali hükümdar oldu. Bu dönemde devletin batı kısmını kardeşi Buğra Han Harun yönetiyordu. Buğra Han, 990 yılında İsbicâb'ı zaptedip, 992 yılında Sâmânîlerin merkezi Buhara'ya girdi. Böylece Horasan ve Mâverâünnehir, Karahanlıların eline geçti. Şihâbüddevle ve Zâhirüdda'vâ gibi İslâmî unvanlar kullanan Buğra Han, Kaşgar'a dönerken 996 yılında vefat etti. Yerine Ahmed bin Ali geçti. Halife tarafından tanınan ilk Karahanlı hükümdarı Ahmed Han'dır.

Karahanlılar ilk Müslüman Türk Devletidir. Onuncu yüzyılda Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han, Abdülkerim adını alarak Müslüman oldu. Buhadise bütün Türklerin topluca Müslüman olmasına vesile oldu. Türklerin Müslüman olması, Türk-İslâm ve Dünya târihindeki hâdiselerde mühim bir yer işgal eder.

Nuh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in torunları olan Türkler, hükümdarlarının Müslüman olmasından sonra, fıtratlarındaki temizlik ile seve seve ve büyük topluluklar halinde en son ve en mütekâmil din olan İslamiyeti topluca kabul ettiler. Sekizinci asırda Müslümanlarla tanışıp, içlerinden kısmen bu dini kabul edenlerin bulunduğu Türklerin, 10. asırda topluca İslamiyeti kabulü, tarihî açıdan birçok olaya yön vermesi bakımından oldukça önemlidir.

Müslüman olunca Abdülkerîm adını alan Satuk Buğra Han, doğudaki amcasına karşı mücadelesinde Müslüman gönüllülerden de faydalandı. Abdülkerîm Satuk Buğra Han, 995 yılında vefat edince Artuç'a defnedildi. Yerine oğlu Musâ hükümdar oldu. Onun kısa süren saltanatından sonra hükümdar olan kardeşi Baytaş Arslan Han, doğu kağanı Arslan Hanı mağlup ederek sülalenin bu kolunu ortadan kaldırdı ve bütün Karahanlıları birleştirdi. Büyük evliya Ebü'l-Hasan Muhammed'in yardımı ile ülkenin doğusundakiler de Müslüman oldular. Baytaş Arslan Han, Karahanlı ülkesinde İslamiyetin yayılmasını tamamlayınca, komşu Türk boylarını hak dine daveti kendine amaç edindi.

Baytaş'tan sonra oğlu Ebü'l-Hasan Ali hükümdar oldu. Bu dönemde devletin batı kısmını kardeşi Buğra Han Harun yönetiyordu. Buğra Han, 990 yılında İsbicâb'ı zaptedip, 992 yılında Sâmânîlerin merkezi Buhara'ya girdi. Böylece Horasan ve Mâverâünnehir, Karahanlıların eline geçti. Şihâbüddevle ve Zâhirüdda'vâ gibi İslâmî unvanlar kullanan Buğra Han, Kaşgar'a dönerken 996 yılında vefat etti. Yerine Ahmed bin Ali geçti. Halife tarafından tanınan ilk Karahanlı hükümdarı Ahmed Han'dır.

Karahanlılar yapımı Burana Kulesi.

Ahmed Han döneminde, Sâmânîler ve onlara bağlı küçük devletçiklerle Karahanlı ilişkilerini, devletin batı kısmını yöneten İlig Han unvanlı Nâsır bin Ali sağlıyordu. Özkent'te oturan Nâsır, 996 yılında Sâmânî kumandanlarından Fâik'in teşvikiyle bu ülke topraklarına bir sefer düzenledi. Ancak Gazne Hâkimi Sebüktekin'in aracılığıyla bu iki devlet bir antlaşma yaptı. Bu antlaşmaya göre, Sâmânîler, Seyhun sahasını Katvan Çölü'ne kadar Karahanlılara bırakıyor ve Fâik de Semerkand valisi oluyordu.

Nâsır, 999 yılında Buhârâ'yı zaptederek Sâmânî Hânedânı mensuplarını Özkent'e götürdü. Gazneli Mahmûd ile anlaşınca, Ceyhun Nehri iki devlet arasında sınır olarak belirlendi. Ayrıca Mahmûd Han, aralarındaki dostluğu güçlendirmek amacıyla Nâsır'ın kızıyla evlendi. Nâsır, Sâmânîlerin bütün mirasına konmak ve Horasan'ı ele geçirmek istiyordu. Bu nedenle Gazneli Mahmûd'un Hindistan Seferinden faydalanarak iki koldan Horasan'a girdi, ancak mağlup oldu. Hanedan mensubu Hotan Hâkimi Yûsuf Kadır Han'dan yardım alarak Gaznelilere karşı yeniden askeri harekâta geçti. Ancak 1006 yılının Ocak ayının beşinde Sultan Mahmûd'a yenildi.

Bu başarısızlık, Karahanlılar arasında aile kavgalarına yol açtı. Nâsır, bağımsızlığını ilan etmek istedi. Nâsır'a karşı Büyük Kağan Ahmed Han, Gazneli Mahmûd'a başvurdu, ancak Nâsır bin Ali, 1013 yılında vefat etti. Yerine Arslan İlig unvanıyla kardeşi Mensûr bin Ali geçti. Büyük Kağan Ahmed Arslan Han'ın hastalığında, kendisini Büyük Kağan ilan eden Mensûr Han, kardeşi Muhammed'e de Arslan İlig unvanını verdi.

Ahmed Arslan Han, Ortak Kağan Yûsuf Kadır Han ve Ali Tigin ile birleşerek hanedanlık içindeki kavgalara son vermek amacıyla harekete geçti. Ali Tigin, Mensûr'a esir düştü. Ahmed Arslan Han, Yedisu bölgesine yapılan düşman saldırısına karşı, hasta yatağında olmasına rağmen mücadele etti. Balasagun'a sekiz günlük mesafede, yüz bin çadırdan fazla gayrimüslim göçebeyi mağlup etti ve onları Tufan'a kadar takip ederek ülkesini korudu. Ancak bu seferden dönerken, 1017 yılında vefat etti.

Bilge Kül Kadir Han

Ahmed Han'dan sonra, Büyük Kağan olan Mensûr Arslan Han, 1024 yılında kendi isteğiyle saltanatı Yûsuf Kadır Han'a bıraktı. Bu sırada, Selçuklulardan yardım alan Ali Tigin, Buhara'yı ele geçirdi. Yûsuf Kadır Han'a karşı kardeşleri Ahmed ve Ali birleştiler. İkinci Ahmed, 1004 yılında kendisini Muizüddevle lakabıyla büyük kağan ilan etti, kardeşi Ali ise Arslan İlig unvanını aldı. İkinci Ahmed Arslan Han; Balasagun, Hocend, Ahsikas, Fergana ve Özkend'e hâkim oldu.

Yûsuf Kadır Han, Gazneli Mahmud ile görüşerek, iki Müslüman Türk devleti arasındaki dostluk bağlarını evlilik yoluyla kuvvetlendirdi. Bu görüşmede, Karahanlıları ilgilendiren meselelerin yanı sıra, Arslan bin Selçuk ve emrindeki Oğuzların da Horasan'a nakledilmesi kararlaştırıldı. Sultan Mahmud, bir fırsatını bulup Arslan bin Selçuk'u yakalattı ve onu Hindistan'da Kalincâr Kalesi'ne hapsettirdi. Bu sırada Ali Tigin bozkırlara kaçtı, ancak Mahmud'un ülkesine dönmesi üzerine tekrar Buhara ve Semerkand'a hâkim oldu.

Yûsuf Kadır Han'ın 1032 yılında vefat etmesiyle oğulları Süleyman, Arslan Han; Muhammed ise Buğra Han unvanlarıyla devleti yönetmeye başladılar. Bu dönemde Ali Tegin, Mâverâünnehir'de kendisini Tavgaç Kara Buğra Kara Hakan ilan etti.

Karahanlı Hanedanı arasındaki kıyasıya mücadele neticesinde, 1042 yılında ülke kesin olarak ikiye ayrıldı. Nasır bin Ali'nin oğullarından Muhammed Arslan, Kara Hakanlık mevkiinde Büyük Kağan, İbrahim ise Tavgaç Buğra Kara Hakan unvanıyla Batı Karahanlılar Devleti'ni kurdular. Yûsuf Kadır Han'ın oğulları ise Doğu Karahanlı Devleti'ni idare ettiler.


 

 

12 Ağustos 2024 Pazartesi

Talas Muharebesi

 Talas Muharebesi: Türk ve İslam Dünyasının Kaderini Değiştiren Zafer

 

Talas Meydan Muharebesi; ilk müttefik Türk ve İslâm orduları ile Çin ordusu arasında yapılan meydan savaşıdır. İslamiyeti henüz kabul etmemiş Türklerin, Orta Asya'da İslam dinini tanıtıp yayan Araplarla beraber Çinlilere karşı Talas'ta yaptıkları bu harp, sebep ve sonuçları bakımından çok önemlidir.

Göktürk İmparatorluğunu yıkmış olan Çin'in başındaki Tang Hanedanı (618-906) döneminde İmparator Hiwan-Çang (713-755), Türk Hanoğlularının hâkimiyetindeki Şaş/Taşkent şehrini ele geçirmek istedi. Bu amaçla Taşkent Seferine çıkan Kuça Valisi Kao Sien-tche, kısa sürede Taşkent hükümdarı Bagatur-tudun'u esir alarak Çin İmparatoruna gönderdi.

Bagatur-Tudun'un öldürülmesi üzerine oğlu Tüen-en, başta Karluklar olmak üzere bölgedeki Türk boylarını Çin'e karşı birlikte harekete çağırdı. Ancak Göktürklerin yıkılmasından sonra henüz birliğini kuramamış olan Türkler, Çin kuvvetleriyle tek başlarına mücadele edemeyeceklerini bildikleri için Abbasilerden yardım istediler. Ziyad bin Salih komutasında gelen İslam ordusu, yardımcı Türk kuvvetleriyle birleşti. Bunu haber alan Çin komutanı Kao Sien-tche de 100.000 kişilik orduyla Talas şehrine geldi ve burada müttefik kuvvetlerle karşılaştı. 751 yılı Temmuzunda başlayan savaş, pek şiddetli bir şekilde beş gün devam etti. Savaşın son gününde Çin kuvvetlerinin arkasına sarkan Karluklar düşmana ağır bir darbe indirdiler. Kao Sien-tche, az bir kuvvetle canını zor kurtarabildi. Savaşta Çinliler, elli bin ölü ve yirmi bin esir verdiler.

Talas Meydan Muharebesi'nin zaferle sonuçlanması, Türk, Çin, İslam ve dünya tarihi ile medeniyetinde çok önemli etkiler bıraktı. Çinliler, Talas yenilgisinden sonra 20. yüzyıla kadar Tanrı Dağları'nın (Tiyenşan) batısına geçemediler. Batı Türkistan, Çin tehlikesinden kurtuldu.

Karluklar, Talas Zaferinden on beş yıl sonra, 766 tarihinde Tanrı Dağları'nın batısında ve Çu Irmağı boylarında bağımsız bir Türk devleti kurdular. Türkistan'daki Kamlık Buda ve Mani dinlerindeki yerli ve göçebe Türklerle Müslümanlar arasında serbest ticaret, dostluk ve iyi ilişkiler başladı. Türkler, Müslümanlarla tanışıp, İslam dinini yakından tanıma fırsatına kavuştular. İslam dininin üstün esasları ve gelişmiş hali, buradaki Türklerin İslamiyeti benimsemelerine sebep oldu. İslam medeniyet dairesine Orta Asya'da binlerce Türk dâhil oldu.

Türkler, kâğıt yapmasını Araplara öğretti. Semerkant'taki imalathanelerde yapılan ipekten kâğıtlar, Orta Doğu ve Akdeniz'e yayıldı. Müslüman Araplar, hâkimiyetlerindeki bölgelerden öğrendikleri kâğıdı imal ederek medeniyetin bütün dünyada hızla yayılmasına hizmet ettiler.


4 Ağustos 2024 Pazar

Uygur Devleti: Orta Asya'da Bir Medeniyetin Yükselişi

 Uygur Devleti: Orta Asya'da Bir Medeniyetin Yükselişi

 

Uygur adı, şahin sürati ile dolaşan ve hücum eden anlamı taşımakla birlikte, Arap kaynaklarında “Dokuz-Oğuz” olarak geçmektedir.

Ötüken, Kansu ve Doğu Türkistan'da bir hakanlık ve iki devlet kurmuş olan Türk boyudur. Uygurların anayurtları Baykal Gölü’nün güneyindeki Orhun, Selenga ve Tala nehirlerinin bulunduğu bölgedir. Bilinen tarihleri Büyük Hun İmparatorluğu ile başlar. Tabgaçlar (386-534) devrinden sonra beşinci yüzyılın ikinci yarısında beylik kurdular.

Göktürklerin ilk zamanlarında Selenga Nehri etrafında oturuyorlardı. Yedinci yüzyılın ilk çeyreğinde Sir-Tarduşların altı kabileden meydana gelen birliğine katıldılar. P'u-ku, Tongra, Bayır-ku ve Fu-lo-pu kabilileri de Uygurların etrafında toplanarak, hep beraber Uygur adını benimsediler. Beyleri, Erkin ünvanını taşıyor ve elli bin muharip asker çıkarabiliyorlardı. Göktürklerin zayıflamasıyla, kuvvetlendiler ve Basmillerle birleşip Göktürk Devleti’ne son vererek kendi devletlerini kurmuşlardır.

Uygur Hakanı Kutluk Bilge Kül, Merkezleri Ötüken olan ancak daha sonra Orhun kıyısında Ordu-balık şehrini kurup burayı merkez yaptı. Kutluk Bilge Kül, 747'de ölünce yerine oğlu Moyen-çor (Bayan-çor, Bilge Kağan) Uygur Kağanı oldu. Moyen-çor (747-759), kuzeyde Kırgızlar, batıda Karluklar ve onlara yardım eden Türgişler ve Basmıllar, ayrıca Sekiz-Oğuz, Dokuz-Tatar ve Çikler ile muharebe edip, bunları kendine bağladı. Bu dönemin en önemli olayı, Araplarla Çinliler arasındaki Talas Savaşı’dır (751). Oğullarını buralara Yabgu ve Şad unvanıyla tayin etti.

Moyen-çor, Çin üzerinde de büyük bir etki yarattı. Moyen-çor'a bağlı Karluklar, Çinlilerle İslam dinini tebliğ için bölgeye gelen Müslümanlar arasında yapılan Talas Meydan Muharebesi'nde (751) İslam ordusu tarafını tuttu. Talas Meydan Muharebesinde Çinliler ağır mağlubiyete uğradı. Tarım Havzası, Uygurlara geçti ve Çinliler Orta Asya'dan çekilmek zorunda kaldı.

Bu olayların ardından Çin'de büyük gelişmeler yaşandı. Annesi Türk olan An-lu-şan adlı bir kumandan, 200.000 kişilik bir kuvvetle Çin'in merkezi şehirlerinden Lo-yang'ı 756'da, Ç'angan'ı ise 757'de zaptetti ve kendisini imparator ilan etti. Çinliler, bu durum üzerine Uygurlardan yardım istemek zorunda kaldı. Moyen-çor, Uygurları yardıma çağıran Tang İmparatoru Su-tsung'u destekledi. 757'de Lo-yang'ı ve diğer merkezi şehirleri geri aldı. Çin, yılda 20.000 ton ipek vermeyi taahhüt etti. Moyen-çor (Bilge Kağan) 759'da ölünce yerine Bögü Kağan (Alp Külüg Bilge Kağan) geçti.

Böğü Kağan, Çin'e hâkim olma niyetiyle 762'de bir sefere çıktı. Uygur Ordusu'nun Çin'e gelmesi, ülkedeki iç mücadeleleri sona erdirdi ve Çin'de birlik sağlandı. Ancak, Uygur nüfusu ve etkisi Çin'de arttı. Pek çok Uygur serbestçe ticaret yaparak, istediği kadar ipekli kumaş alıp satabiliyordu.

Böğü Kağan, Çin'in Tibetliler tarafından hücuma uğraması üzerine, Töles asıllı Çin kumandanı P'u-ku Huai-en'in davetiyle 762'de Lo-yang Seferi'ni gerçekleştirdi. Lo-yang Seferi, Tibetlileri Çin'den uzaklaştırdı ancak Türk kültürünün aleyhine oldu.

Böğü Kağan, Ötüken'e dönerken Mani dinini Türkler arasında yaymak amacıyla dört rahibi de beraberinde getirdi. Manihaizm'in kabul edilmesiyle bu din Uygur ülkesinde resmi bir mahiyet kazandı. Ancak Manihaizm, hayvani gıdaların tüketimini yasakladığı için, disiplinli ve cesur bir kavim olan Uygurların askeri vasfını zayıflattı. Göçebe yaşam tarzının yerini “yerleşik hayat” almaya başlamıştır.

Uygurlar, Manihaizm'in etkisiyle milli vasıflarına ters düşmeye başlayarak gittikçe zayıfladılar. Hükümdarlarına “Ay Tengri” unvanını vermişlerdir. Hayvancılık önemini kaybetmeye başlamış, tarıma yönelmişlerdir.

Ticaret gelişmiş, bilim ve sanatla uğraşmaya başlamışlardır.

Çin kültürü ve dininin etkisi altına girmişlerdir.

Yenisey bölgesinde bulunan ve Orhun bölgesini de kontrol altında tutan Kırgızların taarruzuna dayanamadılar. Kırgızlar, 840 yılında kalabalık kuvvetleriyle Uygur topraklarına girdiler. Uygur başşehri Ötüken'i zapt ederek son hakanlarını öldürdüler. Ötüken'de devletleri yıkılan Uygurlar, büyük topluluklar halinde yurtlarını terk ettiler. Karakurum ülkesine, Çin sınırına ve özellikle zengin ticaret merkezlerinin bulunduğu İç-Asya'daki Beş-balık, Turfan ve Kuça bölgelerine göç ettiler.

Uygurların Ötüken'den göçleri, Hâkan ailesine mensup Vu-hi Tegin ve Ngo-nic Tegin adlı iki kardeş tarafından yönetildi. Bu göç, Uygur tarihinin ikinci safhasının başlangıcını işaret eder. Göçten sonra Vu-hi Tegin (841-846) kağan seçildi. Uygurlar, Kırgız ve Çin saldırılarına maruz kalarak büyük zarar gördüler. Göç eden Uygurların bir kısmı Çin'in tabiiyetine girerek Kan-Çou Uygur Devleti'ni, diğer kısmı ise eski yurtlarına dönerek Doğu Türkistan (Turfan) Uygur Devleti'ni kurdular. Ancak bu iki devlet, Bozkır Türk Devletlerinden farklı özelliklere sahipti ve genişleme ideali taşımadılar. Büyük siyasi mücadelelerden kaçındılar ve başta Çin hükümetleri olmak üzere, komşularıyla dostluk ve ticari ilişkilerini sürdürdüler.

i)      Uygurların Türk Tarihindeki Yeri ve Önemi

·        Yerleşik hayata geçen ilk Türk devletidir.

·        Türk tarihinin ilk şehirlerini kurmuşlardır (Beşbalık, Ordubalık, Turfan...)

·        Kâğıt ve matbaayı kullanan ilk Türk devletidir (hareketli ya da tahtadan harfler).

·        Manihaizm inancındaki bazı terimleri Türkçeye çevirmişlerdir 

     (Bu durum Uygurların ulusçu bir yapıya sahip olduğunu gösterir.).

·        Mimari eserler (tapınak, saray, ev vb.) bırakan ilk Türk devletidir.

·        Töreyi yazılı hâle getiren ve yazılı hukuk kuralları oluşturan ilk Türk devletidir.

·        Ciltçilik, fresk ve minyatür sanatının ilk örneklerini vermişlerdir.

·        Gök Tanrı inancını terk eden ilk Türk devletidir.

·        İlk kez kütüphane kuran Türk devletidir. Öğretmenlere "bahşi" adı verilmiştir.

·    Altay dil grubundan Hakaniye lehçesiyle konuşan Uygurlar, "Soğd alfabesi"nden etkilenilerek kendilerine özgü 14-18 harfli bir alfabe oluşturmuşlardır.

·        Karabalgasun, Şine-Usu, Moyen-Çur, Taryat ve Süci Yazıtlarını bırakmışlardır.

·        Mimaride Türk üçgeni tarzını ortaya çıkarmışlardır.

·        Orta oyunu ile Türk tiyatrosunun ilk örneklerini vermişlerdir.

 

i)  Türklerin yerleşik yaşama geçişinin kesin kanıtları arasında şunlar yer alır: 

·        Tarımsal faaliyetler

·        Sulama kanalları

·        Su değirmenleri

·        Tarım aletleri (saban, çapa, orak, tırpan vb.)

·        Tohumluk buğday ambarları

·        Halktan toprak, konut veya ürün vergisi alınması

·        Mimari eserler (saray, sur, tapınak, ev vb.)

·        Matbaa kullanılması

·        Kitap ya da arşiv belgeleri

·       Fresk (duvar süsleme), vitray (cam süsleme), minyatür vb. süsleme sanatları

 

3 Ağustos 2024 Cumartesi

Akhunlar ve Türgişler: Orta Asya'nın Tarihsel Yüzeyinde İki Güç

 Akhunlar ve Türgişler: Orta Asya'nın Tarihsel Yüzeyinde İki Güç

 

Akhunlar, beşinci yüzyılda Batı Türkistan ve Afganistan'da hüküm süren bir Türk kavmi olarak tarihe geçmiştir. Çinlilerin "Ye-ta," Arapların "Hay-tal," ve Bizanslıların "Eftalitler" olarak adlandırdığı Akhunlar, Sibirya'daki Hun-Türk imparatorluğunun yıkılmasının ardından batıya göç eden Hiungnuların bir kolu olarak kabul edilir. Çin baskısından kurtulmak isteyen Hunların bir bölümü, Hindistan’ın kuzeyine göç edip Akhun Devleti’ni kurmuşlardır.

İran'daki Sāsānîlerle girilen çatışmalar sonucunda Akhunlar, topraklarını genişletmişlerdir. 480 yılında İran’da çıkan Mazdek İsyanı’nın bastırılmasında etkilli olmuşlardır. Behram Gür döneminde Sāsānîler, Akhun saldırılarına karşı koymuşsa da, onun ölümünden sonra Akhunlar baskılarını artırmışlardır. Akhun İmparatoru Aksungur Han, Sāsānî tahtına Firuz'u çıkararak karşılığında Telekan ve Tirmiz şehirlerini almıştır. Kuzey Hindistan'a düzenlenen seferlerle Guptalar Devleti yıkılmış ve Pencap bölgesi ele geçirilmiştir (470).

499 yılında, Sāsānî hükümdarı Kubad'ın tahtını kaybetmesi üzerine Akhunlar, Kubad'a yardım etmiş ve isyanı bastırmıştır. Toraman ve oğlu Mihrikula dönemlerinde Akhunlar, güçlerinin zirvesine ulaşmış; Kuzey Hindistan ve Orta Asya'nın çeşitli bölgelerini topraklarına katmıştır. 515'te Toraman'ın ölümünden sonra, yerine geçen oğlu Mihrikula, Pencap'ı tamamen ele geçirerek Budizm'e karşı sıkı tedbirler almış ve birçok Budist tapınağını yıktırmıştır. Ancak, Göktürklerin Orta Asya'da ve Sāsānîlerin batıda güçlenmeleri, Akhunların uzun süreli egemenliğini sürdürmelerini zorlaştırmıştır. Göktürkler ve Sāsānîler arasında yapılan ittifaklarla (İpek Yolunu sağlama almak içi), Pencap bölgesindeki egemenlikleri sona ermiştir.

Türgişler


Talas, Cu-İli ve Isık Göl bölgelerinde hüküm süren bir Türk devletidir. 552 yılında İstemi Kağan tarafından kurulan bu devlet, Göktürk Federasyonu'na dahil olmuş, ancak Göktürkler'in zayıflamasıyla bağımsız bir güç haline gelmiştir. Türgişlerin bilinen ilk liderlerinden Baga Tarkan ünvanlı U-çe-le, 630'dan itibaren, her biri yedi bin asker taşıyan yirmi kumandanla büyük bir ordu kurmuştur. Bu ordu, Çu ve İli bölgelerinde iki ana merkez oluşturmuş ve Turfan ile Kuça'ya kadar egemenliğini genişletmiştir. İlk kez para bastıran Türk Devleti’dir (ilk madeni para “Yarmak”) Baga Tarkan kendi adına para bastıran ilk Türk hükümdardır.

Göktürklerin yeniden toparlanmasıyla Türgişlerin ilerlemesi durdurulmuş, Çinliler ve Kırgızlarla kurulan ittifaklar Türgişler'in aleyhine olmuş ve toprak kayıplarına yol açmıştır. Çin kaynaklarına göre, U-çe-le'den sonra devlet, oğlu So-ko ve Çe-mu arasında paylaşılmış ve bu iki lider sırasıyla iktidara geçmiştir. Göktürklerin taarruzlarıyla Türgişler Seyhun Nehri kıyısındaki Kengeres'e çekilmiştir.

717'de Su-ku-Çor'un kağan olarak seçilmesiyle, Göktürklerden ayrılan Türk topluluklarını etrafında toplamış ve Talas'ın kuzeybatısındaki Balasagun'u merkez edinmiştir. Su-lu-Çor'un 738'de Kul-Çor tarafından öldürülmesinden sonra devlet ikiye ayrılmıştır; Kara ve Sarı Türgişler olarak iki gruba bölünmüştür. Çinliler, bu bölünmeyi tahrik ederek Türgişler arasındaki mücadeleyi desteklemiştir. Sarı Türgişler, Çin'e karşı mücadele ederken üstünlük sağladı ve Kül-Çor kendini Kağan ilan etti. Ancak, Çinlilerin Kara Türgişleri desteklemesiyle, bu gruptan İlteriş Kutluğ kağan olmuştur. Türgişler, 8. yüzyılın ortalarından itibaren Uygur hâkimiyetine girmiş ve nihayetinde 766 yılında Karahanlılar bölgeye egemen olmuştur.

2 Ağustos 2024 Cuma

Kıpçaklar: Orta Asya’nın Göçebe Savaşçıları

 Kıpçaklar: Orta Asya’nın Göçebe Savaşçıları

 

Avrupalıların "Kuman" adını verdikleri kuzey Türkleri. Kıpçakları Bizanslılar "Kumanos", Macarlar "Kun", Ruslar "Polovets", Almanlar "Falben" adıyla bilirler. İslâmî kaynaklar ise "Kıpçak (Kıfşak, Hıfşak)" diye zikrederler. Genellikle, beyaz tenli, sarı saçlı ve mavi gözlüdürler. Batı Göktürklerinin bir kolu olduğu söylenen Kıpçakların Kimek, Yimek, Kanglı ve Oğuz gibi Türk boyları ile irtibatları vardır.

Karahıtayların baskınları sonucu Güneybatı Sibirya'da İrtiş ve Ural nehirleri arasındaki yurtlarından 11. yüzyılda çıkarıldılar. Volga üzerinden batıya göç ettiler. Özi (Dinyeper) Nehrine kadar Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlara hâkim oldular. Karadeniz’in Türkleşmesinde önemli rol oynadılar. Buralar "Deşt-i Kıpçak" şeklinde kendi isimleriyle anıldı. Bölgede yaşayan Bulgar, Alan, Burtas, Ulah, Mordva ve Hazarları hâkimiyetleri altına aldılar. Rus sınırında yerleşen Karakalpaklarla savaştılar. Ruslarla uzun yıllar (1061-1220) süren savaşlar yaptılar. Esir aldıkları Rusları Kırım'daki Bizanslı tâcirler vasıtasıyla Akdeniz ülkelerine sattılar. Bilhassa Rus knezleri arasındaki mücadelelerde yardıma çağrılmaları sebebiyle akınlarını büsbütün arttırdılar. On ikinci yüzyıl boyunca Ruslarla savaştılar. Rusların meşhur İgör Destanı 1185'te Kıpçaklara karşı düzenledikleri fakat yenildikleri seferi konu almaktadır. Oğuzlarla yaptıkları savaşlar ise “Dede Korkut Hikâyeleri’ne” konu olmuştur. Beylikler halinde yaşayan Kıpçaklar, çevreyi bu şekilde kontrol altında tutmalarına rağmen tam bir birlik sağlayamadılar.

1222 yılında Moğollar, Kafkasları Derben geçidinden aşarak Kıpçaklar üzerine yürüdüler. Ancak Kıpçak Başbuğları, Rus knezleri ile işbirliği yapıp Moğolları Kalka Nehrine kadar sürdü. 1223'te yapılan Kalka Meydan Muharebesinde ise Rus knezleri ve Kıpçaklar müthiş bir bozguna uğradılar. Birçok Rus köy ve şehri yakılıp yıkıldı. 1236'da Batu Han, batı seferine çıktı. Rusları yendikten sonra İdil ile Özi nehirleri arasındaki bozkırlarda yaşayan Kıpçakları dağıttı (1239). Kıpçaklardan bir kısmı Özi'nin batısına gidip kitleler hâlinde Macaristan'a girdiler. Bir kısmı ise, Orda İdil (Volga) sahasına yani Bulgar Türklerinin yurduna ulaştılar. Bulgar Türkleri, Kıpçaklarla kaynaşıp Kazan Türklerini meydana getirdiler. Batu Han, Macaristan'ı da itaatine aldıktan sonra ordularını İdil'e kadar çekti ve Aşağı İdil boyunda Altınordu Devletinin temelini attı (1242).

Yerli Kıpçak Türkleri, işgalci Moğolları kısa zamanda kültürlerinin etkisi altında erittiler. Devlet adeta bir Kıpçak devleti halini aldı ve Moğolların sadece adı kaldı. Türkçe konuşup Türkçe yazmaya başladılar. Özellikle Batu'nun oğlu Berke Han'ın Müslüman olması, Moğollar arasında İslamiyetin hızla yayılmasına yol açtı. İslamiyet, 922 yılında Bulgar Hanı Almas Han'ın Müslüman olarak Abbasi halifelerine tabi olmasından sonra bölgedeki Türk boylarının ortak dini haline geldi. Yüzyıllarca, Rusları Sibirya soğuğuna mahkûm eden Kıpçak Türklerinin hâkim olduğu Altınordu Hanlığı, Timurlularla giriştiği mücadele sonunda zayıf düştü.

İgor Destanı'nda Knez İgor'un Polovtsler ile yaptığı muharebe sonrası (Ressam: Viktor Vasnetsov)

Altınordu'nun hâkim olduğu bölgelerde Kazan (1437-1552) ve Kırım (1430-1783) hanlıkları kuruldu. Bu hanlıkların nüfusu Kıpçak Türklerinden meydana geliyordu. Kazan Hanlığındaki taht kavgaları, Rusları iyice güçlendirdi. 1552'de Korkunç İvan Kazan Hanlığını yıktı. 1783'te Kırım Hanlığı Rusya hâkimiyetine girdi. Osmanlıların zayıf dönemlerini iyi kullanan Ruslar, işgal ettikleri bölgelerdeki cami ve medreseleri yakıp yıktılar. Birçok Müslüman, Osmanlı topraklarına göç etti. Geride kalanlar, Rusların korkunç zulümlerine maruz kaldılar. 1917 Bolşevik İhtilali ve sonrasında din tamamen yasaklandı. Fakat bölgede meskûn olan Müslüman ahali, benliğini İslamiyet sayesinde muhafaza etti. 1990'lara doğru dinî inançların serbest bırakılması ile bölgede İslamiyet, eski günlerine kavuşma yolunda hızla ilerlemektedir.

Ukrayna'da bulunmuş Kıpçaklardan kalan balballar (Dnipro)

Macaristan ve Romanya gibi ülkelere gidip yerleşen Kıpçaklar Hristiyanlaşarak benliklerini kaybettiler. On ikinci yüzyıl ve sonrasında, Mısır'daki Eyyubi ve Memlük devletlerine satılan Kıpçak çocukları, zamanla devletin idaresini ele geçirdiler. 1250-1382 yıllarında Mısır'ı Kıpçak asıllı Memlük hükümdarları idare ettiler.

Kıpçak Türkleri, kendilerine mahsus bir lehçe ile konuşurlardı. Macaristan ve Mısır'da Kıpçak lehçesinde kitaplar yazmışlardır. Kırım'da ticaretle uğraşan Kıpçak Türkleri ile irtibat kuran İtalyanlar, **Codex Cumanicus** adıyla ticareti ilgilendiren Kıpçakça bir lügat kitabı hazırladılar. Ayrıca Alman misyonerleri bu kitabı dinî yönden tamamlayan ilahiler kısmını yazdılar.